20 Kasım 2015

DAEŞ ve radikalizmin ‘İslamileşmesi’ 

Suriye'de Paris'tekinin belki de onlarca katı insan çoluk çocuk yaşlı kadın her gün ölürken Paris'teki terör olaylarıyla bütün dünya sarsıldı ve saldırıyı DAEŞ terör örgütü üstlendi. İslamın radikalleşmesi ve terörizm üzerine çokça yazıldı çizildi fakat bu örgütün sosyolojisine çok az değinildi. Mesele hep İslamın siyasileşmesi ve cihad yoluyla şiddete dönüşmesi olarak değerlendirildi. Bazen meselelere tersİnden bakmak çok daha ufuk açıcıdır. Bizi perspektifimizi gözden geçirmeye ve değiştirmeye zorlar. Antropolog Bertho meseleye tersinden bakarak yapılmış klişe yorumları yerle bir ediyor. Bertho'ya göre Karşımızdaki hâdise, münferit bir sekterlik vakası, ya da “İslam'ın radikalleşmesi” değil; daha ziyade, radikal isyanın islamîleşmesidir. 

Anlaşılan o ki, siyasi İslam ya da radikal İslam hareketleri son derece modern hareketler. Ünlü Yahudi sosyolog Eisenstadt da fundamentalist, köktenci hareketlerin son derece modern hareketler olduğunu eserlerinde göstermişti. Yine Oliver Roy Siyasal İslam'ın Çöküşü adlı ses getiren kitabında İslamın komünizmle karşılaşmasıyla Siyasal İslam adı verilen köktenci hareketlerin ortaya çıktığını ve onların örgütlenmelerinin komünist örgütlenmelerden esinlendiğini, netice itibariyle de son derece modern olduklarını komünizmdeki terminoloji ve kavramsal karşılıklarıyla analiz etmişti.  Gerçekten de Bertho'nun söylediği son derece yerinde bir tespittir: İslam radikalleşmemiş, radikalizm islamileşmiştir. İslam modern değildir, Radikalizm moderndir, sonuna kadar modern. O diğer "izmler" gibi bir "izm"dir.

Bakın bu hususta yine Oliver Roy ile Haoues Seniguer aşırı solcu devrimcilerle cihadcıları Nasıl karşılaştırıyor.  Aşağıdaki iktibaslar Atlantico tarafından gerçekleştirilen ve 4 Temmuz 2015'te yayınlanan söyleşiden: 


Olivier Roy'a göre;
"Siyasî radikalleşme ile İslam arasındaki ilişkiyi daha iyi kavrama olanağı sağlayan iki veri var. Öncelikle teröristler ve cihadcılar arasındaki yüksek mühtedi oranı (Suriye'ye giden Fransız gençlerinin yüzde 22'si sonradan Müslüman olanlar ve bu oran artıyor). İslam'da onları büyüleyen şeyin dinî ibadet olmadığı, cihadın ve şiddetin cazibesine kapıldıkları iyi görülüyor. Şiddete rağmen değil, şiddetten büyülendikleri için din değiştiriyorlar. Burada karşımıza çıkan şey, “radikalliğin islamîleşmesi”dir, dinî bir radikalleşme değil. İkinci unsur ise, Müslüman kökenli olup Daeş/IŞİD'e katılan gençlerde, İslam'a dönüşleri ile (çünkü önceden, gece hayatı, alkol ve kadınların bulunduğu, bütünüyle batılılaşmış bir yaşantı sürdürmüşlerdir) şiddete geçişleri arasındaki süre çok kısa. Bu genç « born-again »ler bir Müslüman ortamında (cami, dernek, hatta siyasî hareket bağlamında) hakikaten hiç sosyalleşmemişler. Tıpkı Fransız toplumu içinde oldukları gibi, bizzat Müslüman cemaati içinde de marjinaller ve dinî bir olgunlaşma yaşamaksızın doğrudan şiddet eylemlerine geçiyorlar.

Yine Oliver Roy'un söylediği üzere;

"İçlerinde feleği şaşmışlar da var, meczuplar da var, intihar eğilimliler de. Ama çoğu, motivasyonlarını açıklayan çok iyi kurulmuş bir söylem kullanıyor (cihadcıların genellikle ölümlerinden sonra yayınlanacak bir videoları çekiliyor; yola çıkmadan önce yakalanan gönüllüler ise polise konuşuyorlar). Çoğunda, nihilizm ve intihara eğilim boyutu dışında, bir ütopya bulma iradesi, silbaştan yeni bir toplum kurma, hem savaşıp hem ailede olma isteği var (El Kaide'nin tersine Daeş/IŞİD'de evlilik meselesi çok önemli). Oradaki rollerinin zevce, anne ve nihayet dul kalmak olduğunu bile bile Daeş/IŞİD'e çok sayıda genç kızın katılıyor olması anlamlı; çoğu ne yapacağını çok iyi biliyor. Kafasına doktrin aşılanmış ya da beyni yıkanmış gençlerden söz edilemez; en azından artık bundan söz edilemez. Genç altmışsekizlilerde de görmüş olduğumuz bir ütopya arayışının olduğu kesin; fakat elbette bugünkü versiyon çok daha kanlı.


Bu röportaja katılan diğer isim Haoues Seniguer ise durumu şöyle ifade ediyor:

"Tam bir fütursuzluk örneği veren bu örgütün sebep olduğu zayiat hesaba katıldığında, “kullanışlı aptallar”dan söz etmek gerektiğinden emin değilim. Ama bu örgütün, kimlik arayışında olup kendini değersiz hisseden bireylerin kuşaklarına bağlı devrimci arzularını tamamen sömürdüğü de bir gerçek. Daeş/IŞİD, bunu yapmak için dünyayı bir tarafta iyiler diğer tarafta kötüler olmak üzere ikiye ayırarak kavgasına itibar kazandırıyor. İslam Devleti örgütünün kolaycı olmasa da basit mesajı, kesin nirengi noktaları arayışındaki bireylere bir düşünce ve eylem çerçevesi veriyor."

Oliver Roy'un ve Haoues Seniguer'in yukarıda iktibas ettiğim örgütün sosyolojisi ile ilgili tespitleri modern dünyanın bunalımı hesaba katıldığında gerçekten de çok isabetli tespitler. Modern dünya iki büyük dünya savaşı ve korkunç soykırımlara yol açan ideolojileriyle modern insanın ruhsal ve manevi bunalımının, insanın anlam arayışının insan hayatındaki merkeziliğini bize göstermiştir. Bu bunalım ideolojiler çağı sonlandı repliğine rağmen devam ediyor. DAEŞ gibi örgütler modern dünyanın bunalımını derinden hisseden insanlara bir kimlik ve anlam sunarak onları kendine çekmekte ve maneviyat arayışını korkunç bir şekilde sömürmektedir. Anlam arayışı sadece anlamla ilgili değildir. O bir varoluş sorunu, ontolojik bir sorundur. Psikolojik bir sorunmuş gibi es geçilemez. Belki de bu anlam arayışı gelecekteki başka bir yazının tek konusu olmalıdır.